23 Ocak 2008 Çarşamba

İstanbul Ağlıyor

Sen gideli buralardan yolunu gözlemekteyim

İstanbul ağlıyor, yastayım sevgilim

Hala seninim, delinim, bıraktığın gibiyim

Çıkmaz sokaklarında kayıp, derbeder haldeyim

Sen gideli bu aşktan, kalbimle harpteyim

Yokluğun ölümden beter, buz tuttu yüreğim

Hala seninim, delinim, bıraktığın gibiyim

Çıkmaz sokaklarında kayıp, derbeder haldeyim

Rüzgar ol es püfür püfür, yağmur ol da bul beni

Geceleri rüyalarıma gir öpüp okşa, sev beni

Sen gideli bu şehirden ötmez oldu bülbüller

Doğmadı güneşim, batılı

Açmaz oldu güller

Hala seninim, delinim, bıraktığın gibiyim

Çıkmaz sokaklarında kayıp, derbeder haldeyim

Unutmadım unutamadım, dinmedi fırtına içimde

Başucumdaki resmin duruyor aynı yerinde

Hala seninim, delinim, bıraktığın gibiyim

Çıkmaz sokaklarında kayıp, derbeder haldeyim

Hala ona deli, hala ona aidim. Hayatıma girip çıkanlar unutulup gidiyor. Bir tek o sapasağlam duruyor. Hiçbir fırtına onu yıkamıyor. Hala onu düşünürken, onu anlatırken kalbime hançerler saplanıyor. Tekrar tekrar. Hala onu çok seviyorum. Yıldızım elimden kayıp gitse de, hikayemiz bitse de…



Tarkan-İstanbul Ağlıyor

12 Ocak 2008 Cumartesi

Here Comes the Rain Again


Here comes the rain again
Raining in my head like a tragedy
Tearing me apart like a new emotion…


Ocak geldi çattı. Hatta 8’i de geldi geçti. Yine yaralandım. Hiç iyileşmeyen yaralarıma bir yenisi daha eklendi. Doğum günü en güzel gündür. Aramıza o gün katılmıştır, dünyaya bir armağandır. Benim için acılarımın depreştiği, onsuz yaşamanın ne kadar zor olduğunu anladığım yeni bir gündür oysa ki. Bütün şiddetiyle çarpar, her sene. Eksikliğini hep derinden hissederim ama o gün daha bir acı olur.

İçim kan ağlıyor yine. Bir türlü kaldıramadığım fotoğraflarına bakıyorum. Mutlulukla gülümseyen ya da çapkınca bakan. Kalbimi söküp atmak istiyorum. Atıp parçalamak. Onsuz bir güne daha uyanmak istemiyorum. Uykuya dalarken dilediğim tek şey onu görmek, tekrar sarılmak ve sıcaklığını hissetmek. Ne kadar sarsıcı olacağını bilsem de…

Sayfalarca yazdım, hep onu anlattım. Hala bıkmadım. Nasıl onu sevmekten bıkmadıysam. Hala yazıyorum. Hala onu anlatıyorum. Hala kalbim onun için, onun adıyla çarpıyor. Her gün, onun için yeniden başlıyor, ben onu yaşayabileyim diye. Onsuz da olsa…

Hızlı hızlı yürüdüm. Soluk soluğa. Sonra birden durdum. Yağmuru hissetmek için. Ahmak ıslatan yağıyordu. Anılar doluştu beynimin odalarına. Her şeyin bir anısı vardı. Her şey onunla güzeldi. Bir kelime, bir ses, bir görüntü ya da bir eşya. Her şey bana onu anlatıyor, hatırlatıyor. Durdum, gökyüzüne baktım. Damlalar yüzüme vurdukça hatıralar tekrar yazıldı. Satır satır. Yağmura kızışı, çocuklar gibi söylenmesi sonra çocuklar gibi gülmesi. Deliler gibi yağmurda yürümemiz, sadece birbirimize inat olsun diye. Paçalarımızdan sular aksa da huysuzluktan ödün vermememiz. Yarı çıplak karlarda koşması. Kar topu oynarken yüzündeki o muzur ifade. 24 yaşına gelse de aslında hiç büyümemesi. Hep bir yanının çocuk kalması. Belki de onu bu yüzden bu kadar çok sevdim. Hem çocuk olup hem de olgun olabildiği için…

Yerini nasıl dolduracağım bilmiyorum. Sanırım öyle bir gerçek yok. Kimsenin yeri dolmuyor. Birisi hayatından kayıp gittiğinde ona ait her şey bomboş kalıyor. Durmadan sızlayan bir boşluk oluyor içinde. İçin yana yana devam ediyorsun. Başkaları geliyor gidenlerin ardından. Seviyorsun. Ama giden kadar sevemiyorsun hiçbirini. Hiçbir joker yerini dolduramıyor. Doldurmadı. Hala onun için yanıyorum. Hala “o yanımda olsa hayat nasıl olurdu?” diye soruyorum. Onun olmak, onunla olmak. Uyanılmayacak bir rüya olsa gerek…