28 Aralık 2008 Pazar

Kopmalı...

Kırık dökük… Yine… Umut? Bilmiyorum. Daha ne kadar umut edebilirim, bilmiyorum. Ya da etmeli miyim? Gittikçe zorlaşan bu durumda umut ne kadar gerekli? Tekrar çarpan kalbime mi kızmalıyım, bu kadar çabuk kapılıp gittiği için, yoksa ona mı kızmalıyım, severken sevmediğini kanıtlamak istercesine beni kırdığı için?

Gün geçtikçe içimde tutamadığım öfke-sevgi karışımı garip duygunun altında daha ne kadar ezilebilirim ki, elbet bu duygu azacak, coşacak ve kendine akacak bir yol bulacak. Bunu yaparken de yarattığı yıkım çok büyük olacak. Bilmeme rağmen bunu engellemek için hiç çabalamamam da üzerinde düşünelecek bir durum aslında. Sanırım artık inceldiği yerden kopmalı evresine geliyorum yavaş yavaş. Sonuçta her insan hak ettiğini alıyor, sen ne kadar daha fazlasını vermeye çalışsan da. Çok sevsen de bu sevgiyi hak ettiğini düşünmüyorsa ne yaparsan yap değiştiremiyorsun. Çok sevse de öyle korkuyor ki, öyle vazgeçmiş ki sen çırpınsan da kendini bırakamıyor.

İşte tam bu noktada kendimi alkışlıyorum, yine vazgeçmiş bir adam bulduğum için. Makûs talihim yine değişmedi ve yine çabalıyorum, sanki bundan öncekileri düzeltebilmişim gibi. Gülüyorum son günlerde kendime, nasılsa sonunda ağlayacağımı bildiğim için…

16 Kasım 2008 Pazar

Mors ultima linea rerum est

Garip. O kadar. Hayat. Ölümün tersi? Aslında değil. Yaşamak. Ölmek? Tersi? Çok garip. Teslim olmak da bir çeşit ölüm mü yoksa yaşamak mı? Acılar ölümle bitiyor mu? Bitmeli değil mi? Bize verilen söz böyle. Vadedilen. O yüzden bekliyor bazıları ölümü. Huzur için. Unutmak için içlerini delip geçen acıları. Dayanıyorlar yaşamaya, nasılsa bitecek bir gün diye. Sonu gelecek diye. Ölümden korkmamaları bundan. Yaşamak değil onlarınki zaten. Geçen her gün ölüme bir adım. İntihar kadar günah mı ölümü beklemek? O da bir çeşit intihar sonuçta. Yavaş yavaş intihar etmek. Her şey son güne kadar ama. Sonra bitiyor. Yani bitmeli. Ölüm her şeyin sonu, sonuçta. Daha ötesi yok.

Ben beklemiyorum artık ölümü. İyileştim biraz. Ama korkmuyorum da. Almaya gelseler giderim sessizce. İtiraz etmem. Seviyorum yeniden. Hala huzuru arıyorum. Bulacağım. Er ya da geç. Son bir durak olacak benim için de. Yaşamak için inanmalı. Mutluluk gelecek. Elimde tutacağım ikimizin kalbini de. İnanmalı. İnanmalı. İnanmalı. İnanmalı? İnanmalı? İnanmalı?

5 Eylül 2008 Cuma

Dibe Doğru Tek Tek

Kayıyorum... Dibe doğru... Yavaş yavaş... Fark etmeden... Teker teker sayıyorum günleri... Tutunmak lazım biliyorum... Ama öyle kuvvetli ki çekim alanı... Ellerim kayıyor... Tutunamıyorum... Gözüm görmüyor uzun zamandır aydınlığı... O kadar alışmış ki karanlığa en ufak aydınlık gözümü alıyor. Hemen kapatıyorum perdeleri. Umut girmesin içeriye diye. İçeriye girenler ise itinayla karanlığa boyanıyor. Başka renk olmasın diye. Öyle kolay ki renkleri kapamak karanlıkla... Tek bir darbeyle...
Geziyorum bahçede... Gözümde aktı akacak yaşlar... İçimde yangınlar... Aşk... Ama karanlık... Çıkış yok... Fırça elimde... Düşünüyorum... Bitirmeli mi inat etmeli mi? Yeni/yine bir hüsran mı? Bu sefer şans var mı? Daha sıkı sarılıyorum düşmemek için... Ellerim kayıyor... Tutsa elimi oysa ki... Aydınlık sonrası? Ya da karanlık? Çeker miyim onu da derine? Çeker mi beni renklere? Döker miyim karanlığı onun da üstüne? Döker miyim karanlığı çöpe? Tutsa elimi oysa ki... Gelir mi aydınlık günler? Gelir... Ama gelmiyor... Tutmuyor ki elimi... O da bilinmezde... Dört bir yanı sarılmış... Tutsa elimi oysa ki... Buluruz mutluluğu... Ufacık aydınlıklarımız büyür, aydınlatır odalarımızı... Gömer karanlığı derinlere... Diplere... Dağıtır umutsuzluğu...
Tutar mı ki elimi? Tutmalı artık elimi... Ufak bir aydınlık var gözümü alan... Fırçamı alsam mı almasam mı?...

2 Ağustos 2008 Cumartesi

Kalbi Çoktan İflas Etmiş Bir Kardiyak


Dört koca sene geçti. Dört tane üçyüzaltmışbeş gün. Gün be gün büyüyor içimdeki hasret. O kadar büyüktü ki kapladığın yer dünyamda, bir türlü kapatamıyorum yarattığın vakumu. Hangi yamayı diksem tutmuyor. Teker teker sökülüyor dikişler, hangi ipliği kullansam da. Adın hala ağzımda, tadı gitmeyen bir sakız gibi. Kokun burnumda, kuvvetli bir parfüm gibi. Sesin kullağımda, tekrar tekrar dinleyip ezberlediğim o unutulmaz şarkılardan. Hatıralar var peşimi bırakmaya, anlata anlata bitiremediğim. Sıkılmadan tekrarladığım herkese.
Her tuşa dokunduğumda sen akıyorsun kelimelere. Her gözümü açtığımda sen doluyorsun aklıma. Her susuşum seni anlatıyor aslında. Her dalıp gidişim hep sana, senin denizine. Gözümden akan her bir damla senin için hala. Beni senin kadar seven yok, benim de senin kadar sevdiğim. Kalbim hala sana ait.
Hala büyüyorum. Her söylediğinde kızardım, şimdi anlıyorum, büyümek neymiş, gerçek acı neymiş. Acıdıkça canın büyüyormuşsun, iki yaş ne kadar büyük tecrübeymiş. İki yıl demekmiş, koskoca iki yıl. Tecrübelerle dolu iki koca yıl.
Kalbimin delikleri kapanacak mı bilmiyorum, ben yamadıkça yeni yerler deliniyor çünkü. Her kırıldığında topladıkça parçaları, birkaçı eksiliyor. Ben bir kardiyakım, kalbi çoktan iflas etmiş. Her çabam nafile…

19 Haziran 2008 Perşembe

Doritos reklamının şarkısı

Gelen yoğun sorulara cevap: Doritos'un reklam müziği Cassius - Toop Toop adlı şarkıdır. Çok da güzel bir şarkıdır, çok da güzel bir reklam spotudur. Kampanyanın planlaması bana aittir ki; bununla gurur duyuyorum :)
Arayıp da bulamayanlara duyurulur! :)

Dört

Bir şarkıya takılmışsan

Üstüne çökmüşse sözleri, yanında hüzün

ruhuna ucundan dokunmuşsa

kararmışsa gün gibi aydınlık yüzün

Her telefon çaldığında karşındaki yine bir başkasıysa

Ağlamak beklemekten çok kolay

Bir parça bile umut kalmadıysa

Kaybolan el değmemiş ruhumdu kir tutmayan

Kaybolan içimdeki çocuktu yeri dolmayan

Her gece yattığında aklındaki sevgilin değil bir başkasıysa ve her şeyi unutup uyumak istiyorsan

Sığınmak için seçtiğin yer rüyalarınsa

Her aynaya baktığında karşındaki sen değil bir başkasıysa

Ağlamak aldanmak kadar kolay

Kendine bile bakacak yüzün kalmadıysa

Kaybolan el değmemiş ruhumdu, kir tutmayan

Kaybolan içimdeki çocuktu yeri dolmayan

Görmüyor musun kabuk bağlamıyor kanattığın hiçbir yaran

Hiçbir zaman geri dönmüyor kaybettiğin onca insan

Saat 4 olmuş arıyorsun, çaresini hüznün kederin,

Acıdan başka dermanı yok ki boşvermiş ümidin

Gripin-Dört

11 Haziran 2008 Çarşamba

WB Melike

Tekrar aramızda! Hoşgeldin Melike!

www.melikeerol.blogspot.com

18 Mayıs 2008 Pazar

25 Nisan 2008 Cuma

Çocuk

“İki ucu boklu değnek sizin ilişkiniz”, gerçekten de öyle. Ne yaparsam yapayım vazgeçemiyorum. O da benden. Dönüp dolaşıp birbirimize bağırıyoruz, sonra susuyoruz. Sebebini biz de bilmiyoruz. Aramızdaki her neyse bir türlü bitmiyor. Uzadıkça uzuyor, bir türlü sonu gelmiyor. Hep bir şey söyleme isteği. Hep bir merak. Hep bir kontrol. Birbirine dokunamamak, hep uzak olmak. Hep istemek ama başaramamak. Korkmak, sebepsiz. Belki bağlanmaktan, belki tamamen kaybetmekten. Korkmak, derinden. Bir yandan da çok sevmek. Hep yanında istemek. Döngü. Aynı labirentte hep kaybolmak. Usanmamak. Durmadan çıkışı aramak. Kendini ararken…

Ben cevapları bulamamışken, ondan bulmasını beklemek haksızlık. Kırılmaktan korkan bir kalp o. Sevmeyi bilmeyen. Değerli olduğu söylendiğinde kaçan. O kadar değerli olmadığını kanıtlamak istercesine. Kıran, döken, parçalayıp bırakan. Değersizliğine inanmış. Kendini kabul ettirmeye çalışan. Kabuğunu kırmaya çalışırken çoğu zaman yorulan. Çocuk. Büyümüş görünen, öyle davranan ama minicik.

Bitmiyor. Ne kadar istesem de bitiremiyorum. Hala çok değerli. Hala çok önemli. Hep benimle. Zihnimin köşelerinde saklanıp duruyor. Benimle saklambaç oynuyor. Ben kovaladıkça kaçıyor. Kalbimi de yanına alarak…

11 Mart 2008 Salı

Ses


“Yanımda yatıyor olmalıydın…” dedi içimdeki ses. “Göğsümde uyuyor olmalıydın. Sarılmış bu soğuk gecede aynı yatakta yatıyor olmalıydık…” diye devam etti. “Yüzünü okşuyor, kokunu duyuyor olmalıydım tam şu anda…” Ama o kadar uzağız ki, aramızda dağlar var sanki. Hiç aşılamayacak, delinemeyecek ya da alt edilemeyecek. Yenilgiyi çoktan kabul etmiş iki insanız çünkü. Teslimiyet havası… Sessizlik… Kıyamet pusuda… Sanki tek bir ses çıkarsa kopacak. Fitil ateşlenecek. Aramızda ilan edilen ateşkes bozulacak, birbirimizin boğazına atlayacağız, koparacağız etlerimizi, paramparça edeceğiz gırtlaklarımızı. Ama böyle olmamalıydı. Seviyor olmalıydık birbirimizi. Mutlu olmalıydık. Beraber gülüyor, ağlıyor olmalıydık. Olmadı…
Hala seni düşünüp merak ediyor olmak garip geliyor çok zaman. O kadar yormuşun, o kadar incitmişin ki beni. Bir o kadar da mutlu etmişin, belki ondan bütün bunlar. . “Her şey karşılıklı…” Yani ben de seni çok üzdüm ama bir o kadar da mutlu ettim, değil mi? Nasıl üzdüm seni, bilmiyorum, ya da üzdüm mü? Yoksa bunlar sadece senin kendini benden kaçırma yolların mıydı? Ne olursa olsun, ben seni çok sevdim ya, derinden sevdim. Hala elini uzatsan, tutarım. Gözümü kırpmam. Düşünmem. Belki bu yüzden kapattın kendini bana. “Beni unut, benim kendime hayrım yok…” Ne acı bir gerçek!
Unutmak? Benim için pek de mümkün olmayan ama hayatın daima önüme sunduğu bir yemek. Zorla yemem gereken. Asla geri çeviremeyeceğim. Şimdi unutmam gereken bir de sen varsın. Bir tanesini hazmedememişken, bir tane daha. Ama doydum ben, başka istemiyorum.

“Bakışların gittiğin yerden uzak yoksa gelirdim…”

15 Şubat 2008 Cuma

Gelecek

Yazacağım, umuyorum, yazacağım, yakında.... :)

23 Ocak 2008 Çarşamba

İstanbul Ağlıyor

Sen gideli buralardan yolunu gözlemekteyim

İstanbul ağlıyor, yastayım sevgilim

Hala seninim, delinim, bıraktığın gibiyim

Çıkmaz sokaklarında kayıp, derbeder haldeyim

Sen gideli bu aşktan, kalbimle harpteyim

Yokluğun ölümden beter, buz tuttu yüreğim

Hala seninim, delinim, bıraktığın gibiyim

Çıkmaz sokaklarında kayıp, derbeder haldeyim

Rüzgar ol es püfür püfür, yağmur ol da bul beni

Geceleri rüyalarıma gir öpüp okşa, sev beni

Sen gideli bu şehirden ötmez oldu bülbüller

Doğmadı güneşim, batılı

Açmaz oldu güller

Hala seninim, delinim, bıraktığın gibiyim

Çıkmaz sokaklarında kayıp, derbeder haldeyim

Unutmadım unutamadım, dinmedi fırtına içimde

Başucumdaki resmin duruyor aynı yerinde

Hala seninim, delinim, bıraktığın gibiyim

Çıkmaz sokaklarında kayıp, derbeder haldeyim

Hala ona deli, hala ona aidim. Hayatıma girip çıkanlar unutulup gidiyor. Bir tek o sapasağlam duruyor. Hiçbir fırtına onu yıkamıyor. Hala onu düşünürken, onu anlatırken kalbime hançerler saplanıyor. Tekrar tekrar. Hala onu çok seviyorum. Yıldızım elimden kayıp gitse de, hikayemiz bitse de…



Tarkan-İstanbul Ağlıyor

12 Ocak 2008 Cumartesi

Here Comes the Rain Again


Here comes the rain again
Raining in my head like a tragedy
Tearing me apart like a new emotion…


Ocak geldi çattı. Hatta 8’i de geldi geçti. Yine yaralandım. Hiç iyileşmeyen yaralarıma bir yenisi daha eklendi. Doğum günü en güzel gündür. Aramıza o gün katılmıştır, dünyaya bir armağandır. Benim için acılarımın depreştiği, onsuz yaşamanın ne kadar zor olduğunu anladığım yeni bir gündür oysa ki. Bütün şiddetiyle çarpar, her sene. Eksikliğini hep derinden hissederim ama o gün daha bir acı olur.

İçim kan ağlıyor yine. Bir türlü kaldıramadığım fotoğraflarına bakıyorum. Mutlulukla gülümseyen ya da çapkınca bakan. Kalbimi söküp atmak istiyorum. Atıp parçalamak. Onsuz bir güne daha uyanmak istemiyorum. Uykuya dalarken dilediğim tek şey onu görmek, tekrar sarılmak ve sıcaklığını hissetmek. Ne kadar sarsıcı olacağını bilsem de…

Sayfalarca yazdım, hep onu anlattım. Hala bıkmadım. Nasıl onu sevmekten bıkmadıysam. Hala yazıyorum. Hala onu anlatıyorum. Hala kalbim onun için, onun adıyla çarpıyor. Her gün, onun için yeniden başlıyor, ben onu yaşayabileyim diye. Onsuz da olsa…

Hızlı hızlı yürüdüm. Soluk soluğa. Sonra birden durdum. Yağmuru hissetmek için. Ahmak ıslatan yağıyordu. Anılar doluştu beynimin odalarına. Her şeyin bir anısı vardı. Her şey onunla güzeldi. Bir kelime, bir ses, bir görüntü ya da bir eşya. Her şey bana onu anlatıyor, hatırlatıyor. Durdum, gökyüzüne baktım. Damlalar yüzüme vurdukça hatıralar tekrar yazıldı. Satır satır. Yağmura kızışı, çocuklar gibi söylenmesi sonra çocuklar gibi gülmesi. Deliler gibi yağmurda yürümemiz, sadece birbirimize inat olsun diye. Paçalarımızdan sular aksa da huysuzluktan ödün vermememiz. Yarı çıplak karlarda koşması. Kar topu oynarken yüzündeki o muzur ifade. 24 yaşına gelse de aslında hiç büyümemesi. Hep bir yanının çocuk kalması. Belki de onu bu yüzden bu kadar çok sevdim. Hem çocuk olup hem de olgun olabildiği için…

Yerini nasıl dolduracağım bilmiyorum. Sanırım öyle bir gerçek yok. Kimsenin yeri dolmuyor. Birisi hayatından kayıp gittiğinde ona ait her şey bomboş kalıyor. Durmadan sızlayan bir boşluk oluyor içinde. İçin yana yana devam ediyorsun. Başkaları geliyor gidenlerin ardından. Seviyorsun. Ama giden kadar sevemiyorsun hiçbirini. Hiçbir joker yerini dolduramıyor. Doldurmadı. Hala onun için yanıyorum. Hala “o yanımda olsa hayat nasıl olurdu?” diye soruyorum. Onun olmak, onunla olmak. Uyanılmayacak bir rüya olsa gerek…