22 Kasım 2007 Perşembe

Kasım Geldi Buraya...

“Kasım geldi buraya. Kasım çok ağır geldi…” Böyle yazıyor Melike’nin blogunda. Kasım buraya da çok ağır geldi. Nedensiz, sadece öylece. İçimin karamsarlığını bir türlü dağıtamıyorum. İçimde hep fırtına bulutları dolaşıyor. Hep pusuda. Dağılmaya hiç niyetleri olmadan. Birbirlerine çarpıp çarpıp yağmurlar yağdırıyorlar. Şimşeklerin gürültüsünden hiçbir şey duyamıyorum.

Öyle bir boran ki göz gözü görmüyor. Mutluluğumu yerle bir ediyor. Fırtınam hiç dinmiyor. Derin derin bunalım soluyorum. Her nefes alıp verişimde içime doluyor. Hiç bitmiyor, oksijen gibi, her yerde. Baktığım her yerde, döndüğüm her yönde, yürüdüğüm her sokakta, başımı dayadığım her yastıkta. Onunla yaşayabiliyorum, onsuz olamıyorum. Ekmeğim, suyum, her şeyim. Yüreğimin boşlukları onunla doluyor. Hatta dolup taşıyor çok zaman. Bütün bedenimi kaplıyor. Günümün, saatlerimin, dakikalarımın bir parçası.

Yağmur yağmış, seller akmış, ıslanmışım, umurumda değil. Damlalarla beraber benim de göz yaşlarım akıyor, seller yaratıyor. Yürüdükçe yürüyorum yağmurun altında, alsın götürsün beni de beraberinde diye, götürmüyor. Hala buradayım. Mıhlanmışım buraya. Acılarımla, yürek üzüntülerimle beraber. Nefes alamıyorum.

Yaşamaktan yorulur mu insan? Yorulur. Yoruldum. Her şeye karşı hala ayakta olmaktan yoruldum. Dibe vurup vurgun yemişken hala yaşarmış gibi yapmaktan da. Yaşayamazken yaşar görünmekten de. Gülemezken güler görünmekten de. Yoruldum. Her şeyin gelip beni bulmasından da. Yeteri kadar acı yaşadığını düşünürken daha da acısıyla karşılaşmaktan da. Her gün eve dönüp geldiğimde o acının tekrar ve tekrar vurmasından da. Yorgunum. Bitmeyen bir yorgunluk benimkisi. Yürek yorgunluğu. Durup durup tekrar vuran. Hiç utanmadan, hiç acımadan, her gün yeniden. Her gözümü açışımda ve her kapayışımda. Ve bundan sadistçe bir zevk alan. Ben kırılıp dökülürken, kalbimi sevmesin, beynimi düşünmesin diye söküp atmak isterken tekrar ve tekrar vuran.

Zaman geçtikçe daha da ağırlaşıyor acılarım, yorgunluklarım. Azalacağına artarak. Yaşamı bana dar ederek. Büyüdükçe büyüyor, ezdikçe eziyor beni. Ufaldıkça ufalıyorum. Giderek kayboluyorum. Her yüzeye çıkma çabam beni daha da dibe yaklaştırıyor. Vurgun yemişim bir kere. Nokta konmuş. Sonrası tatlı bir huzur, hiç yaşamamış gibi, hiç üzülmemiş, hiç yanmamış gibi.

Kasım geldi buraya. Kasım çok ağır geldi. Bir de Ocak gelecek. Bir de Ağustos. Onlar daha da ağır gelecek…


12 Kasım 2007 Pazartesi

Yangınım Büyük


“Kimlerin gözü kaldı, kimlerin ahı tuttu,

Bir ben mi böyle sevdim, o da beni mi buldu

Aşk hem dosttur, hem düşman,

Kalbi baştan çıkarır

Hayata bağlar önce, sonra ipleri koparır

Yangınım büyük, söndürün kalbimi, bu bana fazla yük…

Geçmişin kutuları… Geçen yıllarım kutuların içinde… Fotoğraflar, yazılar, mutlu, gülen yüzler… Hepsi kutuların içinde. Bütün lise hayatım bir kutuya sığmış. 8 koca sene. Dopdolu 8 sene. En üstte bir fotoğraf. Ne kadar canlı, ne kadar gerçek. Sanki dün çekilmiş. 2002 yılına ait oysa ki. Uzun saçlarıyla aynı onu ilk görüp de aşık olduğum günkü gibi duruyor. Aynı yüz ifadesi, aynı uzaklık ama aynı yakınlık. Gözümden bir damla yaş akıyor fotoğrafın üstüne. Tam ortasına. Sevdamızın ortasına damlayan bir dolu gözyaşının yanına. Hala unutamayan kalbimden, derinlerden gelerek.

“Hayat beni unutsa da sen beni unutma.”

Unutulur mu bu kadar çok sevilen, bu kadar derinden sevilen? 8 yılımı bir kutuya sığdırsam da sevdamı kalbime sığdıramadım. Coştu, taştı, bütün dünyayı renkleriyle boyadı. Günümü, gecemi, saatleri, dakikaları, seneleri, hayatımın her anını. Her nefes alışımda içime dolarak, gittikçe büyüyerek. Her geçen dakika çoğalarak, katlanarak. Yıktın duvarlarımı, doldun damarlarıma. Kanım sen oldu aktı, kalbim senin için çarptı. Gözlerim her yerde seni aradı, kulaklarım sesini duymak için seferber oldu. 6 yıl hiç usanmadan hem de.

“Ben seni sevduğumi da dünyalara bildirdim…”

Biz birbirimize yazılmıştık. Gözlerimiz buluştu. Ellerimiz kenetlendi. Kalplerimiz bir oldu çarptı. Bir araya gelişimiz hep yangın oldu, dünyayı yaktı. Biz ise yangının tam ortasında durduk, korkmadan, meydan okuduk. İnadına sevdik. Ayrılık yoktu kitabımızda. Sildik sözlüklerden o kelimeyi. Beraber yürümeye karar verdik.

“Sanki kapıyı çalıp gireceksin içeri,

Güneşi göremez oldu gözlerim,

Ay ışığında hep seni özlerim…”

Dünya durdu. Ay ışığının altında dünya durdu. Yıldızlar bir anda söndü. Teker teker düştü hepsi, birbiri ardına.

“Ben sana doyamadım, doysun kara topraklar…”

Kalbimi söküp toprağa verdim. Sıcak bir ağustos günüydü. Her yer sıcaktan yanarken ben dondum. Kanım akmaz oldu. Aklım düşünemez. Kulaklarım duymaz, gözlerim görmez oldu. Sadece o ve ben kaldık dünyada. Her yer onunla doldu. Baktığım her yer oydu, duyduğum her ses onundu. Her gün onun için uyandım, her gece onun için uyudum. Onu görmek, duymak, sımsıkı sarmak için. Tekrar bütün dünyayı yakmak için. Ama ben de yandım bu sefer. Yangın beni de kül etti, geçti gitti.

“Gitsen bile gözlerin benden gitmez…”

Kadere inat hala seven bir kalbim var. Hala onun için çarpan. Damarlarımda hala o akıyor. Gözlerim hala onu arıyor. Ben sildim o kelimeyi sözlüklerden. Zaman çok şeyi alıp götürse de sevdam direniyor. Yüzünü, kokusunu, sıcaklığını unutmamak için. Onsuz onu yaşamak ve daha birçok şey için…



not: Angelreich-Waiting-Deviantart

10 Kasım 2007 Cumartesi

Ölüm Cezası

“Bazen hayatta kalmak ölüm cezasıdır.” Öyle midir gerçekten? Yaşamak bir ölüm cezası mıdır? Elinde avucunda hiçbir şey kalmamış insanlar gerçekten yaşıyor mudur yoksa her gün biraz daha ölüyor mudur? Sevdiğinden ayrı yaşamak, yaşamak mıdır yoksa? Her gün deliler gibi özlerken hala hayatta olmak, aslında yaşamak mıdır? Yanından bir yıldız kaymışken geride kalmış, kurtulmuş olmak sevinilecek bir şey midir? Omzuna dayandığın arkadaşın şehit düşerken insan sevinir mi ailesine kavuşacağına? Sevinse bile suçluluktan, vicdan azabından kahrolmaz mı? Kırık bir gülümseme belirmez mi yüzünde? İçin için yanmaz mı?

İnsan kalbi toprağın altına koyulurken onunla gitmek istemez mi? İster. İstedim. Ama imkansızdı. Bana verilen bu dünyada kalıp yaşamaktı. Ne olursa olsun devam etmekti. Kayıp giden geri getiremeyeceğim bir dolu şeyin arkasından bakakalmaktı. Kaderine ağlamak ama yürümekti. Teslim olmadan emin adımlarla. İçin yanarken, yüreğin kanarken. Bırakıp gitmek istemek ama devam etmekti. Hayatın anlamı da bu değil mi zaten, ne olursa olsun yürümek. Yaşadığın her şeyden dersini alıp geçmişe gömülmeden, teslim olmadan yürümek. Bazen hayatta kalmak ölüm cezası olsa da…