28 Ekim 2007 Pazar
27 Ekim 2007 Cumartesi
Msn
Bir msn adresi insanı üzebilir mi? Oraya yazarken hakkında en ufak bir şey düşünmemiş, sadece yazmıştım. Aklımın ucundan geçmezdi ki bu olacaklar. Nisan ayından beri devam eden ve bir türlü bir sonuca bağlanmayan bu durum. Kendisini sevdiğime inandıramadığım, onu bırakıp gideceğimden korktuğu için hep kendisi bırakmayı tercih eden, bu uğurda üzülse de sonradan hiç vazgeçemeyeceğini ve kahrolacağını bildiği için her şeyi başlamadan silip atan bir adam ve onun için uğraşıp durmam. Hala sürüncemede duran bir hikaye. Fırtınası hiç yatışmayan. Ve bu hikayede iki karakter. Aklımı ondan alamasam da zorla kendisini düşündürtmeyen, her şeye tek başına göğüs germeye çalışan, içindeki karanlığı aydınlatmama izin vermeyen, çığlık çığlığa bağırması gerekirken susan, doğru düzgün sevilmediği için sevilmekten korkan o. Hala yılmayan ben.
Evet, bir msn adresi insanı üzer, hem de delice. Aylardır da üzüyor. Bu zamana kadar fazlasıyla üzüldüğünü düşünen ben, anladım ki hala üzülme hakkımı doldurmamışım.
“benden uzak ol istedim, düşünmekten vazgeçtim, kaçtım saklandım onun için de, kimse bulmasın istedim,
çünkü seni sevmeye, görmeye gücüm yok benim, basit bir cümleden ibaretim,
seni unutmaya çok istekliydim, beceremedim.”
21 Ekim 2007 Pazar
17 Ekim 2007 Çarşamba
14 Ekim 2007 Pazar
Çizgi
Terk ettiğim evlere, kalplere bir daha dönmem belki de bu sebepten. Biten bitmiştir benim için. Zorlanırım terk etmekte, bir türlü bırakamam ama kapıyı kapattım mı bir daha açmam. Açamam. İçimden gelmez. Tek döndüğüm kalp İlker’di, ondan asla ayrılamadım. O da benden. İkimiz de başkalarının üstlerine çok çizgiler çektik ama birbirimize o çizgileri çekemedik. Dönüp dönüp birbirimizde bulduk huzuru, hiç usanmadan. Hiç ayrılmadık. Hiç ayrılmayız sanmamız da belki bu yüzdendi. Zaten birbirimize yazılmıştık, hiçbir silgi silemezdi bunu. Ya da biz öyle düşünüyorduk, öyle inanmıştık bir kere. Aklımıza gelmedi onun beni burada bırakıp gideceği, yapayalnız. Ama gitti. Bana da onu geçmişe gömmek düştü. Acısıyla tatlısıyla 6 yıldan sonra.
Huyum değişmedi. Çok şeyler öğrendim. Sakinleştim. Büyüdüm. 3 senede. Sevgim azalmadı, hasretim arttı. Arada bir bıçak saplanıyor derinlere. İçten içe sızlıyor kalbim. Hani bir iğne batar gibi olur ya aynı öyle.
Ben her yere onu götürüyorum beraberimde, hiç ayrılmadık aslında. Hep yanı başımda. Kimse göremese de ben görüyorum. Onun da benimle birlikte mutlu olduğunu, üzüldüğünü ya da ağladığını biliyorum. En korunaklı yerimde saklıyorum onu, kırılmasın, kimseler dokunmasın diye…
“Varsın eller gönül yarası kapanır sansın, kabuğun altında sevgili sen kanayansın…”
13 Ekim 2007 Cumartesi
13
Katiller mecliste. Katiller dışarıda. Ellerini, kollarını sallayarak dolaşıyor. Utanmadan demeçler veriyor. Birer birer düşüyor, birilerinin çocukları, kocaları, babaları. Birilerinin en çok sevdikleri. Yitip gidiyorlar. Arkalarında bırakarak canlarını. Yıkarak dökerek.
Kameralar burunlarının ucunda, acılarını yaşayamayan insanlar. Üzülmüş görünen yalancı haberciler. Rant sağlamaya çalışan popülist gazeteciler. Medya diye geçinen işe yaramazlar ordusu. “Acılar nasıl sömürülür?” konusunda uzman bir dolu insan. Politikacılar, milletvekilleri. Kokuşmuşluk. Buram buram. Tiksinti. Sadece tiksinti hissediyorum. Kurgu hayatlarında gerçeğe yer yok. Hep önceden yazılmış bir oyunu oynuyorlar. Mimikler, hüzünler hep sahte. Hiçbir şey gerçek değil, sadece acı gerçek. İçi yanan onlarca insan. Tek gerçek, onlar ve onların acısı. Gerisi yalan.
13 uğursuz mudur? Değilse bile artık uğursuz. O anneler, babalar, eşler, çocuklar için artık uğursuz. Bir daha duymak istemeyecekleri bir rakam. Bu bayram buruk bir bayram, hüzün dolu bir bayram. Hazana uygun. Acı dolu. Dökülen yapraklar gibi yitip giden hayatlar. Tam tamına 13 tane.
Birer birer düşüyor, birilerinin çocukları, kocaları, babaları. Birilerinin en çok sevdikleri. Yitip gidiyorlar. Arkalarında bırakarak canlarını. Yıkarak dökerek…
Şüheda göğdesi, bir baksana, dağlar, taşlar..
O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar.
Yaralanmış temiz alnından uzanmış yatıyor;
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Bodrum Bodrum
Yüzdüm, güneşlendim, dans ettim, sabahlara kadar sohbet ettim. Çok eğlendim. Dinlendim. Ruhum da dinlendi. Ne kadar yorulmuşum bu sene farkında değilmişim.
Sabahları kuş sesleriyle uyanmayı özlemişim. Daha kimse sakinliğini bozmadan denizle kucaklaşmayı da. Ve de güneşin yalnızca beni ısıtmasını. Deliler gibi korkarken bir de o kadar eğlenmeyi. Su kaydıraklarından çocuklar gibi kaymayı da. Çığlık çığlığa. Yasak bir şey yaparken yakalanmayı. Aylak aylak televizyon seyretmeyi. Güneş altında ısınıp buz gibi suya atlamayı. Sabaha kadar hiç sıkılmadan konuşacak insanları. Gülmeyi. En çok gülmeyi özlemişim. Güldüm. Uzun zaman sonra ilk defa, içimden gelerek güldüm hem de. Ve uzun zaman sonra ilk defa birinin eline dokunmak hoşuma gitti. Gözlerinin içine bakarak gülmek, konuşmak. Çocuk gibi mutlu olmasını görmek. Sakarlıklarını izlemek.
Bodrum’daydım. Tam 3 gün.
Yüzdüm, güneşlendim, dans ettim, sabahlara kadar sohbet ettim. Çok eğlendim. Dinlendim. Ruhum da dinlendi. Ne kadar yorulmuşum bu sene farkında değilmişim.