29 Eylül 2007 Cumartesi

İstanbul

"Bu İstanbul kimleri aldı kara maskesi altına…”

Bir şehre gece bu kadar yakışır, bu kadar çirkinliklerini kapatabilir. Sanki gece İstanbul için, İstanbul da gece için yaratılmış. Milyonlarca evin irili ufaklı ışıkları birer inci gibi Boğaz’ı aydınlatıyor. Yıldızlar yeryüzüne inse ancak bu kadar güzel görünebilir. Gökkuşağının renklerine bürünen köprü ancak bu kadar renkli görünebilir. İki kıtayı birleştirirken bir o kadar da ayırabilir.


Ortaköy’den Gayrettepe’ye çıkarken bir viraj var. Orada saatlerce durup İstanbul’u seyredebilirim. Böyle bütün şehir ayaklarının altında. Tam bir mükemmeliyet ve teslimiyet içinde. Sadece İstanbul ve huzur. Gecenin güzelliğine tekrar vurularak. Ve İstanbul’un. İçinde bu kadar karmaşayı ve kaosu barındırırken nasıl bu kadar huzur verdiğine hayret ederek. Arkasında bir sürü dramın olduğunu bildiğin halde hiç aldırmadan hayran hayran bakarak. Hatta gülümseyerek. Koskoca kentin günün birinde seni de yutabileceğini bilerek.


Kaçmayı hep dilediğim ama bir türlü terk edemediğim bir sevgili; İstanbul. İlker’den sonra daha da dar gelen ama bir o kadar da kendimi özgür hissettiğim büyülü kent. Boşuna değil uğruna bir sürü şiirin, şarkının yazılması. Uğruna bir sürü hayatın tüketilmesi.





Ortaokul ve lise hayatım Asya ve Avrupa arasında geçti. Ve ben her gün bu şehre bir kere daha aşık oldum. Her sabah ve her akşam. Hiç usanmadan. Her seferinde biraz daha hayran oldum. Güzelliğini ne kadar bozmaya çalışsak da hala nasıl bu kadar gizemli ve güzel olduğuna şaşırarak. Bu kadar kötülüğü içinde barındırırken nasıl hala bu kadar çekici olduğuna inanamayarak.
İstanbul’a hala her gün aşık oluyorum. Her sabah yeniden. Hep aynı virajda hayran hayran bakarak. O manzaranın dünyanın hiçbir yerinde olmadığını bilerek. Ve o sebeple bu kadar kıskanıldığımızı bilerek. Değerini hiçbir zaman tam anlamıyla bilemesek de hala bu kadar güzel ve bozulmamış kalmasına şaşırarak. Çünkü her gün bir yüzünü gösteriyor İstanbul. Bazı sabahlar sisli, bazı sabahlar güneşli, bazı sabahlar yağmurlu. Aynı insanlar gibi. Kah mutlu, kah hüzünlü. Ama hep güzel. Uğruna hayatını tüketsen de o istemedikten sonra ona sahip olamıyorsun, ne kadar uğraşırsan uğraş.


Ya kadına ya da kısrağa benzetilir İstanbul. İstanbul bir kadın gibi güzeldir, bir kısrak gibi özgürdür. Hiçbir zaman senin olmaz, olamaz. Talibi çoktur oysa ki. Ama kimseye bağlanamaz. Sen onun uğruna katil de olursun, hırsız da. Ama o aldırmaz. Dipsiz kuyularının birinde kaybolursun bir de bakmışın ki. Diğer tükenen bir dolu hayatın yanında yerini almışın, sadece bir isim olarak. Ne acı ama bir o kadar da gerçek…


“Yerle yeksan, ıslak saçlı, kem gözlü, kavim göçlerinden bu yana ağlayan ve durmadan cep kanyağı yakıcılığında ezgiler çalan, çaldıran, yakalatan adı bende gizli bir kadındı İstanbul
Şehre bi yağmur yağdı, ben ağladım…”

Yılmaz Erdoğan

Hiç yorum yok: