29 Mayıs 2007 Salı

Nasıl?

Saat şu anda tam 23:37. Uzun gecelerimden biri daha olacak. İş görüşmesine gittim akşamüstü. Yolda içim daraldı. İçimden hiç gelmedi gitmek. Gittim kadının karşısına oturdum. Kaçmak isteği şöyle bir yaladı geçti. Aklımda bir dolu düşünce. Yüzümde aptal bir ifade. Salak salak güldüm durdum. Sıkıldım kardeşim. Eve kendimi zor attım.

Serin bir yel esti. Gözlerimi kapattım. İçim serinledi. Yemek hazırladım. İyice rahatladım. Şimdi de sadık dostum kadehim ve ben oturmaktayız. Arka fonda "camdan kalp" çalıyor. Sakin sakin içip müzik dinliyorum. Benim böyle içme periyotlarım vardır. Arada bir gelirler, iyi de ederler. Bu aralar gelmekteler. Yakın bir zamanda kendimi Taksim'in sokaklarında kaybedeceğim demek bu. Kaybedeceğim dediğime bakmayın, evi bulurum alimallah. Kendim kaybolur ama, bir yerlerde unutulur. Unutulmazsa, bu beden yaşayamaz çünkü. Artık çok zaman kendimle yalnız kalmamaktayım, biliyorum ki yalnız kalırsak kıyamet kopacak. En fenasından. İçimdeki yıkılmışlık dökecek kendini ortaya. Diplere vuracak. O sebeple aklım türlü işle meşgul, kendimi dinlemekten uzağım. Bol bol başkalarını dinliyorum. Bu da benim hayatı geçiştirme yolum.

Yazın gelmesi de çözüm değil kendime. Uzayan günler, aklımı başka yerlere uçursa da, elimde olmayan bir dolu sebepten aklım oralardan kopup kendimi de alarak, tekrar olmak istediği noktaya saplanıyor. Obsessif şekilde sende saplı kalıyor. Gerçi ben biliyorum o bir dolu sebebi ama neyse. Duymak da istemiyorum, nasıl ki söylemek istemiyorsam.

Hafif bir yağmur başladı, şarkı da kendini havaya uydurdu...


Caddeler karanlık, caddeler ıpıslak
Sensiz geçen ilk gecemde,
Yalnız geçen ilk gecemde gökler ağlıyor, gökler ağlıyor, gökler ağlıyor
Gözlerim kızarmış, gözlerim şişkin, sensiz geçen ilk gecemde gökler ağlıyor, gökler ağlıyor, gökler ağlıyor
Birileri bir şeyler söylesin şu vefasız insanlara,
Nasıl, nasıl, nasıl, nasıl, nasıl, nasıl katlanırım?
Senin boşluğun büyük yapayalnız bu dünyada,
Nasıl, nasıl, nasıl, nasıl, nasıl, nasıl yaşarım?

hunger site

www.thehungersite.com

mutlaka hergün uğrayıp yardım edin! yapmanız gereken sadece bir butona tıklamak! hadi eller mouse'lara!!!!!

28 Mayıs 2007 Pazartesi

1st birthday








Uzun zaman sonra çıplak ayak çimenlerde yürüdüm, toprağı ayaklarımın altında hissettim. Kollarım havuzun içinde, sularla oynadım. Sadece kuşların sesini dinledim. Yüzümü hafif akşam meltemi yaladı, yaseminlerin buram buram kokusunu bana getirdi. Sonra yıldızlı gökyüzünün altında serin serin, sessiz sedasız oturdum. O oyuncaklarıyla oynadı. Elleri ve ağzı hiç boş kalmadı.


Kendisi bu dünyaya büyük bir armağan olmakla beraber, benim de en değerli varlıklarımdan biridir. Kısaca, İstanbul’u fetheden adam, benim de kalbimi fethetti. İyi ki doğdun Baray!!!





22 Mayıs 2007 Salı

can dostum cilt III



Kendisi İzmir’den transferimizdir. Eskiden Şirinyer’in gülüyken, şimdi Atina’nın gülü olmuştur. Okula ilk adım attığım gün, yani Ekim 2001, sabahın köründe, ben daha tek gözüm açık kendime gelmeye çalışırken, hiç durmayan çenesiyle beni ayıltmış ve kendine hayatımda çok sağlam bir yer edinmiştir.

“Zaten uyanamamışım, kim bu koca kafalı kız?” diye içimden söylendiğimi hatırlıyorum. “Amma saçı var kızın, amma da çok konuşuyor, ne bu böyle?” diye de söylenmeye devam etmiştim. Nereden bileyim, o çok saçlı, eşek gözlü kız hayatımda aradığım ve eksikliğini hissettiğim biri olacak? Tam 4 sene, 2005 Temmuz’a kadar, dip dibe geçti. Neye heveslensem, baktım yanımda yine bu kız. Dedim ki, double major yapayım, baktım o da yapıyor. Dedim ki, bus 101 alayım-ben almadım gerçi ya, zorla verdiler- baktım o da alıyor. Her hafta geleneksel cookie günlerimizdi. O cookie denilen zırvaları hiç üşenmeden beraber yiyip, bitirdik! Dedim ki Büyükada’ya doğru bir uzanayım, baktım yanımda oturuyor. Dedim ki bir kayık sefası yapayım, baktım tam karşıma geçmiş oturuyor. Sonra dedim ki, şu Atina-Selanik hattı güzel görünüyor, baktım aynı otel odasındayız. Yan yana saçımızı yapıyoruz. Yan yana tavernada oturmuş, içiyoruz. Yan yana Casa La Famme’da dans ediyoruz. Yan yana taksiden atılıyoruz. (O bizimle kara trende seyahat etmedi, neler kaçırdığını bilmiyor.) Geldik 2005’e. Dedim ki, şu Samothraki ne güzel yer, bir gideyim, baktım aynı feribottayız. Yan yana poğaça yiyoruz. Yan yana denizde yüzüyoruz. Yan yana dans ediyoruz. Yan yana mahsur kalıyoruz. Yan yana bir Lada’ya tıkışıyoruz. 2005 Temmuz’unun 8’i, keplerimiz başımızda. Yan yana mezun oluyoruz. Yan yana keplerimizi havaya fırlatıyoruz. Yan yana Reina’da dans ediyoruz.

Kendini “Ben ortalık şaklabanıyım!” diye tanımladığına bakmayın, hayatımızın olmazsa olmazıdır. Bir yerde çay içiyorsak gözlerimiz hep onu arar. Hep “Biz üç kişiydik” şarkısı gelir aklıma. Ne zaman Ada’ya gitsem, ne zaman Boğaz’da kahvaltı etsem ya da ne zaman içiyor olsam, o yanımda canlanıverir. Boğazıma bir şey düğümlenir kalır, onsuz keyif vermez hiçbir şey. İkizimle yaptığımız her sohbetin içindedir, onsuz dedikodu yapılmaz, yapılamaz. Kendisi yanımızda olmasa da, desteği hep yanımızdadır. Biliriz ki, canımız sıkılsa dinleyecek bir zat Atina’da bulunmaktadır.

Dışarıdan gözler bizi hayretle izlediler okul hayatımız boyunca. Hatta şaşırdılar. Her alanda yarıştığımızı, bu rekabetin dosta kazık atarak sonuçlanacağını sandılar ama olmadı. Biz yarışmadık, paylaştık çünkü. Her şeyi paylaştık. Mutlulukları da, hüzünleri de, sorunları da, başarıları da. Bunu yaparken bir çıkar beklemedik. Sadece paylaşmak için paylaştık. Normali de buydu bizim için. Böyle görmüştük, böyle yaşayacaktık. Aksi düşünülemezdi.

İyi ki hayatımdasın, hayatımda olmaya da devam edeceksin. Zaten biliyorsun ama yine de söylemeden duramayacağım, İstanbul’da bir evin var, 24 saat hizmet veren, kapısı hep sana açık, sıcak çay da var. Hadi gel…



14 Mayıs 2007 Pazartesi

Bahçedeki Bank

Dün gece bankımıza oturdum. Hani ışıkçı olmana rağmen gözüne giren ışıktan rahatsız olduğun banka. Hafif bir rüzgâr esti. Sanki seni bana getirdi. Öylece oturdum. Hafızamı tazeledim. Seni tazeledim. Gözlerimi kapattım. Yüzünü düşündüm. Tam da o noktada asılı kalan zamanı. Yıllar önceye gittim. Tek tek hatırladım bütün yaşadıklarımızı. Bir bıçak saplandı kalbime. Her şey gözümün önünden film şeridi gibi geçip gitti. Birden ürperdim. Ne kadar çok şey paylaştık beraber. En son kare kalbimi ezip parçaladı. Seni son görüşüm. Camide. Musalla taşının üstünde. Sözlerin bittiği yerde. Dünyamın durduğu ve bir daha hiç dönmek istemediği o noktada. Bütün korkularımı gerçeğe çeviren o günde. İnatla dönüp dönüp hatırladığım o son kare. Hiç aklımdan çıkmayan, mıh gibi zihnime saplanan o son kare. Beni, seni sensiz yaşamaya mahkûm eden o son kare. Tatları, rayihaları, şen sesleri hayatımdan alıp sıradanlaştıran, yerlerini donuk/solgun/değersiz şeylerle dolduran o son kare. Her anı senle, seni düşünerek geçirmeye beni mahkûm eden. Bıkmadan, usanmadan her güne seninle başlamaya ve her günü yine seninle bitirmeye mahkûm olduğum o son kare.

Vücudumun her parçası seninle dolu. Evimin her köşesi seninle dolu. Buraların her noktası seninle dolu. Bir türlü gerçekleşmeyen hayallerimizle dolu.

Birbirimizden hiç kopamadık ya, hep dönüp birbirimize sarıldık ya, bu aşk hiç bitmeyecek dedik ya. Dedik ama bizden daha büyük kuvvetler olduğunu unuttuk. Hiç bitmeyecek bu hikâyeyi 1 saniyede bitirecek kuvvetlerin varlığını unuttuk. Bizi bir daha hiç birleşmemek üzere ayıracak, beni buraya seni oraya mahkûm edecek, sol yanımın hep ağrımasına sebep olacak kuvvetlerin varlığını unuttuk.

Şimdi ben burada, bir türlü iyileştiremediğim kalp yaramla bankımızda oturuyorum. Seni sensiz yaşıyorum. Bütün dünyaya seni anlatıyorum, hiç bıkmadan usanmadan. En baştan. Rüzgâr seni bana getiriyor. Bir yerlerden kokun geliyor. Uzaklardan sesin duyuluyor. Gözyaşlarım içime akıyor. Sol yanım ağrıyor. Söz bitiyor…

GOODBYE MY LOVER

Did I disappoint you or let you down?
Should I be feeling guilty or let the judges frown?
'Cause I saw the end before we'd begun,
Yes I saw you were blinded and I knew I had won.
So I took what's mine by eternal right.
Took your soul out into the night.
It may be over but it won't stop there,
I am here for you if you'd only care.

You touched my heart you touched my soul.
You changed my life and all my goals.
And love is blind and that I knew when,
My heart was blinded by you.
I've kissed your lips and held your head.
Shared your dreams and shared your bed.
I know you well, I know your smell.
I've been addicted to you.

Goodbye my lover.
Goodbye my friend.
You have been the one.
You have been the one for me.
I am a dreamer but when I wake,
You can't break my spirit - it's my dreams you take.
And as you move on, remember me,
Remember us and all we used to be
I've seen you cry,
I've seen you smile.
I've watched you sleeping for a while.
I'd be the father of your child.
I'd spend a lifetime with you.
I know your fears and you know mine.
We've had our doubts but now we're fine,
And I love you, I swear that's true.
I cannot live without you.

Goodbye my lover.
Goodbye my friend.
You have been the one.
You have been the one for me.
And I still hold your hand in mine.
In mine when I'm asleep.
And I will bear my soul in time,
When I'm kneeling at your feet.
Goodbye my lover.
Goodbye my friend.
You have been the one.
You have been the one for me.
I'm so hollow, baby, I'm so hollow.
I'm so, I'm so, I'm so hollow.

Sanki yukarıdan o bana, buradan ben ona sesleniyor gibi...

http://www.youtube.com/watch?v=F-J24wRignE

kasım2006

Sen gittin yastığımda kokun misafir kaldı, gözlerimden haylaz yağmurlar yağdı,
Ayrılık mı, sen mi yoksa sevda mı, hangisi sebebim olur?
Dertli bağrımda camdan bir kalp var…



Tam 2 buçuk yıldır yazılmayı bekleyen bir yazı bu. Beynimin tozlu raflarında doğru zamanı bekleyen. Acımın belki de hafiflemesini. Ama bu öyle bir acı ki sadece kabuk bağlıyor. Altındaki yara hiç kapanmıyor. Tek bir dokunuşla kabuk düşüyor, yara kanamaya başlıyor. Aslında sadece yüzüme yansımıyor içimin yanması. Orada derinlerde volkanlar patlıyor. İncecik bir kabukla örtülemeyecek volkanlar…
Hep gideceğinden korkmuşum içten içe, bilmeden. O yüzdenmiş hep seninle olma isteği. Sarılıp hiç bırakmamam. Hayatımın her anında yanımda seni aramam. Hep o yüzdenmiş. Şimdi dönüp bakınca anlıyorum. Haklıymışım ne yazık ki. Beni bu berbat dünyada yapayalnız bırakıp gittin. Şimdi her gece sensiz çok zor geçiyor. Derdimi paylaşacak kimsem yokmuş gibi geliyor. Kimse senin boşluğunu dolduramıyor. Kimse gözümden ne demek istediğimi anlamıyor, kimse senin gibi sımsıkı sarılmıyor. Kimse beni senin kadar mutlu edemiyor. En önemlisi kimse beni senin kadar sevemiyor. Ne kadar önemliymişsin, ne kadar büyük boşlukları dolduruyormuşsun. Biliyordum ama bu kadar derinden hissetmemiştim.
“Hiçbir acı ilk anki kadar büyük olmazmış, zamanla azalırmış.” derler. Benimki hiç azalmıyor, aksine gün geçtikçe büyüyor. Özlem büyüyor içimde. Yaşamak için yaşıyorum, yüzümde her duruma uygun değişik maskeler, üstümde her duruma uygun değişik kostümler. Artık öğrendim gizlemeyi ağlama isteğini ve derinden sızlayan acımı. İnsan her şeyi öğreniyor da, bir türlü sevdiğini unutmayı, acısını gömmeyi öğrenemiyor ne yazık ki…

13 Mayıs 2007 Pazar

işte öle bir yazı

Can sıkıntısı bu olsa gerek! Sinirden duvarlara tırmanacağım. Elimde İK gazeteleri odadan odaya geziyorum. Her Allah’ın günü internet sitelerini gezip ilanları takip ediyorum. Sonuç? Yok kardeşim, iş filan yok. “Saksı gibi evde otur, ev kızı ol!” diyor sanki bütün ahali toplaşmış. Sözleşmiş midirler nedirler, iş başvurularıma hiçbiri cevap vermiyor. Bir de ekonomi iyi gidiyor diyorlar. Hadi canım sende! Belli, her yerinden iyilik akıyor. Hoş bulan buluyor, ama ben yırtık dondan fırlayan bir zat olamadığım için böyle evde oturmaktayım. Kıçını yırt üniversiteye gir, kıçını iyice yırt üniversiteden mezun ol, sonra evde otur. Oldu mu şimdi? Olmadı! Her şeye bir yorum getiriyorum da bu duruma bir şey diyemeyeceğim. Zira bende çözemedim. Şansım mı yok nedir! Hehehe! Bir şanslıyım ki sormayın. Yaklaşmayın, şansım size de bulaşır! Sıkıntıdan Japonya’da kendilerini evlerinin bir odasına kapatan ve oradan çıkmayan insanlara benzedim. Japonya’da aşağı yukarı 1 milyon kişi bu durumdaymış. Nasıl bir çelişkidir? “Teknoloji deviyiz, her alanda süperiz!” diyorlar ama bunalımdan ölmek üzereler.

Dün gece Eurovision’u izlerken Kuzeylilerin niye bu kadar içki içtiklerinin farkına vardım. Yaşadıkları yerler o kadar sıkıcı ki insan anca kafayı bulursa orada yaşayabilir. Bak bak, kara bak, buza bak, ağaca bak. Şöyle bir insan gezinsin, kuşlar ötsün, gökyüzü renklensin, hiçbir şey yok. Donmuş bir dolu yer, bembeyaz kasvetli bir gökyüzü. Eee tabii, insanlarda bu durumda ruhsuzlaşmış, habirem içiyorlar. Kendilerini içkiye vermişler. Normaldir. Hak verdim yani. Ben de olsam aynı şeyi yapardım.

O garip şarkıya da 12 tam puan verdik ya helal olsun bize. Uyuttu şarkı yahu, Ermenistan’a hoş görüneceğiz diye yırtındık da olmadı. Şarkı uyuşmuş, söyleyen adam uyuşmuş, ortada bir ağaç, o bile uyuşmuş. Uyuta uyuta aldılar puanları. Gerçi İrlanda’nın ve İngiltere’nin şarkılarının yanında süper kaldı. Hele o İrlanda’nın şarkısı. Bir gariban teyze almış eline bir davul, sallana sallana bir şeyler mırıldanıyor. Öyle arada bir de vur demişler davula, bir ses çıksın diye, vurup duruyor. Elimde elma, ağzım açık, bir iki dakika şok olarak dinledim. Tam İrlanda şokunu atlatmıştım ki İngiltere faciasıyla karşılaştım. İngiltere o kadar bıkmış ki yarışmadan, dalga geçer gibi şarkı yollamış. Şaka gibi şarkıydı. Aaa az daha Fransa ve Almanya’yı unutuyordum. Fransız amca tabana kuvvet bütün şarkı boyunca koştu durdu. Alman abi de caz yapacağım diye gözünü çıkardı. Zaten playback söylendi şarkılar, artık insanlar da bıkmış, kolayını bulmuşlar. Maliyet olmasın, arkada çalsın, sen önde söyler gibi sallan dur. E bu da güzel! Bir de ilgimi çeken, üçüncü türün yükselişi oldu. İyi satıyor ya koca koca adamlar, adam demek yanlış gerçi ya, kadın gibi fırlamış sahneye. Arkadaşımın tabiriyle “gayvision” olmuş kardeşim 40 yıllık Eurovision! Sırp teyze de bir garipti, teyze mi desem, amca mı karar veremedim! Sanki bir yerini koparıp gelmiş sahneye, artık anlayan anladı! Ama şarkı güzeldi, beğendim. Balkanlarda iş vardı kısaca. Bulgarlar’ın şarkısı beni dağıttı, o kızın sesi, içime işledi. Ama oy verenlerde zevk yok, güzelim şarkı beşinci oldu, ne oldukları belli olmayan Ukraynalı kardeşlerse ikinci. Neyse Kenan dördüncü oldu, bari seneye direk gireceğiz yarışmaya. Bu da bir şeydir. Artık kendimizi eğler dururuz.


Şimdi nerden geldim ben bu konuya! Ben kimim, nerdeyim! Burası neresi! Aaaaaa!!!!!



bulgaristan'ın şarkısı için: http://www.youtube.com/watch?v=F9ytzgtLW1A

10 Mayıs 2007 Perşembe

Seni Özledim...

Seni özledim. Kokunu özledim. Sesini özledim. Kahkahanı özledim. Gözlerini özledim. Verdiğin huzuru özledim. Munzurluklarını özledim. Dokunmanı özledim. Vücudumun vücuduna değmesini özledim. Yanımda olmanı özledim. Desteğini özledim. Kıskanmanı özledim. Adiliklerini özledim. Beni kızdırmanı özledim. Sana söylenmeyi özledim. Saatlerce konuşmamızı özledim. Aptallıklarını özledim. Seninle dalga geçmeyi özledim. Kızmanı özledim. Kavgalarımızı özledim. Küsmelerini özledim. Basamak muhabbetlerimizi özledim. Telefonunu beklemeyi özledim. Her cevapsızın sen olmasını dilemeyi özledim. Her duvardan atlayışında "ne zaman düşecek?" diye beklemeyi özledim. Cd'lerime el koymanı özledim. Uyumadan önce sesini duymayı özledim. Yanında uyumayı özledim. Beni öpmeni özledim. Gecenin kör saatinde konuşmalarımızı özledim. Gülünce aydınlanan yüzünü özledim. Sarhoşluğunu özledim. Omzumda sızmalarını özledim. Elimi tutmanı özledim. Sana çay yapmayı özledim. Beraber pasta yapmayı özledim. Dönüp dönüp bana gelmeni özledim. Kartopu savaşlarımızı özledim. Balkonda seni beklemeyi özledim. Dizime gelen çantalarını taşımayı özledim. "Canım" demeni özledim. Beraber dürüm yemeği özledim. Aşkımdan ağlamayı özledim. Kumpirimi yemeni özledim. Şişe çevirmece oynamayı özledim. Seni ne kadar sevdiğimi tekrar etmeyi özledim. Sitenin dedikodu çarklarında adımızın dolaşmasını özledim. Yırtık, üstünden düşen kotlarını özledim. Paten kaymanı özledim. Cool’luğunu özledim. O korkunç kot yeleğini özledim. “Saçlarını uzat” demeni özledim. Beraber “Ice Age”i seyretmeyi özledim. Sinemada sessizce yaklaşıp beni korkutmanı özledim. Her turneden dönüp bana koşmanı özledim. Yağmurda beraber ıslanmayı özledim. Senden başka bir şey düşünmemeyi özledim. Seni seyretmeyi özledim. Sana dokunmayı özledim. Sana sarılmayı özledim. Kalbinin çarpmasını dinlemeyi özledim. Dünyaya aldırmamanı özledim. Dobralığını özledim. Hiçbir zaman çekinmemeni özledim. Sende kendimi kaybetmeyi özledim. Seninleyken dünyayı unutmayı özledim. Beni sevmeni özledim. Seni sevmeyi özledim. Seni özledim. Hem de çok özledim...

8 Mayıs

Eevet efendim, tam tamına 25 oldum. Hatta üstünden 2 gün geçti. Serra'nın öğüdüyle bundan sonraki 10 yıl boyunca hep 25'te kalacağım. 10 sene sonra 30 olabilirim sanırsam. Bunun üzerine bir öğüt vermedi.

Kafa kağıdımda yazan 25 ama içimde hala 15'lik insanlar dolaşıyor. Muzurluk diz boyu. Ciddiyet mi, o da ne?? 15 yaşında insanların kafasına nasıl salata fırlatabiliyorsam ya da arkalarından tavuk kovalar gibi dolaşabiliyorsam, 25'inde de hala aynı şeyleri yapabiliyorum. Hatta arabadan krakerler fırlatıp, suratıma salak salak bakanlara dil bile çıkarabiliyorum. Anlayacağınız 10 yıl boyunca 25'im dememe gerek yok, zira insanlar baktıklarında zaten o yaşta, hatta daha bile küçük olduğumu söyleyebilirler. Dış görünüşten bahsediyorum, muhtemelen zeka yaşımın daha da küçük olduğunu söyleceklerdir!

Ben bu halimle çok mutluyum. İnsanların bir yanlarının hiçbir zaman büyümemesi gerektiğine inanıyorum, yoksa bu hayat çekilmez. Bir yanım hep çocuk, bir yanım ise hep deli olarak kalacak. Beni alacak adama Allah akıl fikir versin. Hoş, zaten beni alacak adamı da gördünüz sevgili arkadaşlarım! Tahtaları eksikti, hem de fazlasıyla. Ama ne demiştim; "Deli deliyi bulur!".

Eğer yeşil bir arabadan üzerinize krakerler fırlatılırsa, üstüne şaşkın şaşkın atanı ararken bir de şapşal suratıyla size dil çıkaran birini görürseniz o benim!!!

Mutlu yıllar bana, iyi ki doğmuşum!!! :D

5 Mayıs 2007 Cumartesi

Dön Bana

"Sen takılıp kalmışın!" Evet, takılıp kaldım. Çok yerinde bir saptama. 3 senedir de aynı noktada duruyorum, ne ileri ne de geri. Zaten bildim bileli aynı noktadayım. 1997 yılında başladı hikayemiz. Biz beraber büyüdük. Tam tamına 10 sene. Ama 3 senedir bu hikayeyi onsuz yaşıyorum. Bir yanının benimle olduğunu bilsem de yanımda onu hissedememek içimi yakıyor. Evin duvarları üstüme geliyor, dışarı atıyorum kendimi. Sanki orada her şey onunla dolu değilmiş gibi. Kaç kaçabilirsen! Her yerde peşimde. Damarlarımda dolaşıyor. Beynim unutmaya çalıştıkça, kalbim bırakmıyor. "Sonuna kadar" diyor, "sonuna kadar gideceğim."
Kafamda hep aynı söz dolaşıyor. "Bu aşk bitmez değil mi?" Bahçedeyiz. Yıldızlar bize göz kırpıyor, ay parlıyor. Sımsıkı sarılıyoruz. İçimde yine aynı his. Sanki beni bırakıp gidecekmiş gibi bir türlü bırakamıyorum. "Ben bir yere gitmeyeceğim, hep buradayım." Hani nerdesin? Hani bir yere gitmeyecektin?? Hani bu aşk bitmeyecekti?? Sen gittin, ben burdayım. Haklıydın, bu aşk bitmez. Dibine kadar yaşanır.
Ben "O"nu kaybettim. Hayatımın anlamını. Hayatımı yaşanır kılan şeylerden birini. Uğruna en sevdiklerimi karşıma aldığım birini. Ne olursa olsun, hiçbir zaman vazgeçmediğim birini. Her şeyimle sevdiğim birini.
Ve hala yas tutuyorum. İnadına. İçimde gün geçtikçe büyüyen bir özlem. Derinlerde inatla sızlayan bir yara. Dönmeyeceğini bildiğim birine hala aşığım. Ve kapım kapalı. Bir kalbe iki kişi sığdıramıyorum. Ne kadar zorlasam da.
Beni çok sevecek birini arıyorum, o kadar sevecek ki ikinci olmayı kabul edecek. O huzuru arıyorum. Gözlerimi kapadığımda her şeyi unutacağım bir omuz arıyorum. Sarıldığımda kalbi benimle çarpan birini arıyorum. Sesini duyduğumda bütün dertleri unutacağım birini arıyorum. Yanımdayken dünyanın duracağı birini arıyorum. Hala "O"nu arıyorum, oralarda bir yerlerde...

Ne gariptir ki bu yazıyı yazarken fonda "Dön Bana" çalıyor.

"üzülürüm yine resmini görünce, maziye bakarak
vazgeçemem senden, bir ömür geçse böyle, ardından yalvararak,
dön bana yeniden n'olur, sev beni yeniden n'olur,
al beni yanına n'olur, dön bana yeniden n'olur, n'olur, n'olur,
unuturum sandım, zamana bırakınca seni nasıl sevdiğimi,
ama bugün yine söylüyorum hep aynı, hep aynı şeyi,
dön bana yeniden n'olur, sev beni yeniden n'olur,
al beni yanına n'olur, dön bana yeniden n'olur, n'olur, n'olur..."

3 Mayıs 2007 Perşembe

Baykuş Geni

Evet, sonunda geceleri baykuşlarla beraber uyanık kalabilmemin ve tam bir “nightwalker” olmamın sebebi bulunmuş. Her şeyin nedeni olduğu gibi bunun da nedeni genlere dayanıyormuş. Bu yararlı genin adı “Gece Kuşu Geni”. İşte bu gen bende tam gaz çalıştığı için sevgili arkadaşlarım, gecenin üçünde veya dördünde kendimi televizyon karşısında pineklerken buluyorum. Çünkü bu gen sayesinde bir gün benim için 24 değil, tam tamına 27 saat. Tam da bu sebepten sabaha karşı saatleri bana gecenin ilerleyen saatleri gibi geliyor. Bir de bu güzel özellik için ilaç geliştirmeye çalışıyorlarmış. Ne gereği var? Ben halimden memnunum. Gerçi sabah saatleri benim için yaşanmadan geçiyor ama olsun. Benim günüm 11’den sonra başlıyor. Hatta canım arkadaşım okula gitmek için uyandığında ben yeni yatıyor oluyorum. Artık beni çekiştiremeyeceksiniz, gördünüz mü, bunun sebebi Afh. O gene söyleyin ne söyleyeceksiniz, bundan sonra muhatabınız o, ben değilim. Artık kendisiyle nasıl iletişim kurarsınız bilemem, orası size kalmış. Genime anlatın derdinizi, bana değil! Hadi yavrularım!

ps: http://www.telegraph.co.uk/news/main.jhtml?xml=/news/2007/04/27/nclock27.xml

1 Mayıs 2007 Salı

Ezilenler

Demin televizyonda 1 Mayıs olaylarını izliyordum. Fark ettim ki solcu geçinen Vandallardan gittikçe nefret etmeye başlamışım. Ağızlarını yüzlerini garip kırmızı bandanalarla sarıp, ellerinde kaldırım taşları, arabaları ateşe verip haklılıklarını savunuyorlar. Ben mi garibim bilmiyorum ama içimde yoğun bir tiksinti uyandı bir anda. Oldum olası sosyalist geçinen ama evlerinde puro ve havyar eşliğinde viski tüketen zümreden tiksinmişimdir. O salon sosyalistlerinin yavruları da bugün Taksim ve civarında ortalığı dağıtmakla meşguldüler. Bütün kanalların haber programları aynı görüntülerle doluydu. Sonra bir anda şöyle bir şimşek çaktı. İnsan ancak mazoşist olursa bu kadar dayağı yemekten zevk alır. Bir insana bir şeyin yasak olduğunu söylerseniz ama o inatla aksini yapmaya çalışırsa ve bunu başkaldırı olarak niteleyip sonra da etraftaki camları kırıp, Molotof kokteylleriyle polisleri yakarsa, o insan bir vandaldır. Ayrıca bu kadar şeyi yapıp tekrar tekrar dayak yemekten usanmıyorsa mazoşisttir.
Hatta izleyebildiğim kadarıyla birçoğu kendini İspanya’daki festivalde zannetmekteydi. Sanki boğalardan kaçıyorlarmış gibi yoğun bir adrenalin içinde koşuşmaktaydılar. Fark ettim ki o festival içlerinde kalmış, onun bir benzerini İstanbul’da düzenlemek istemişler. Kıyafetleri de festival için gayet uygundu. Anlayacağınız hiç boğa önünde koşmaya para vermeyin, 1 Mayıs’ta meydanlara çıkıp arkanıza polisi alarak çılgınlar gibi kaçabilirsiniz ama bunun için hazırlıklı olmalısınız. İzlediklerimden çıkardığım sonuçlar şöyledir:

  1. Birkaç ay önceden başlayarak spor yapılmalı ve kondisyon üst seviyeye getirilmelidir.
  2. Gösteri günü ayakkabılar özenle seçilmelidir.
  3. Yukarıda bahsi geçen ayakkabılar spor ayakkabı olmalı ve ayaklarınız içinde gayet rahat hareket edebilmelidir.
  4. Özellikle ağız bölgesine kırmızı olmak suretiyle bez parçaları sarılmalıdır.
  5. Bütün şıklar tamamsa meydanlara akıp ellere taş parçaları alınabilir ve polislerden kaçılabilir.

Ne bugün ne de yarın meydanlarda sol elim havada bağırıp etrafı kırıp dökerek hakkımı savunmayı anlayamadım ve anlayamayacağım. Solcu geçinen bir dolu insan gördüm ve onların hiç de göründükleri gibi olmadıkları kararına vardım. Aslında kendileri bütün önyargılara ve genellemelere karşı olduklarını ısrarla savunurlar ama gerçek hiç de öyle değildir. En büyük önyargılara kendileri sahiptir ve karşılarındaki insanı kafalarında daha önceden belirledikleri bir kalıbın içine sokmaya çalışırlar. Genellemeler sanki onlar için yaratılmıştır. Zaten onların görüşlerini paylaşmayan herkes de aynıdır, yani ötekidir. Sığ düşüncelerinin onlara izin verdiği ölçüde düşünürler, basmakalıp gözlüklerle dünyaya bakarlar. Sonra özel üniversitelere girip orada okur ama paralarıyla onların burslarını karşılayan öğrencileri beğenmez, onlara burun kıvırırlar. Ama acaba onların paralarına sahip olsalar kendileri nasıl yaşayacaktır, o bilinmez. Gerçi bellidir ama boşverin.
Uzun lafın kısası, ben bir sinir küpü olarak gezmekteyim. Her şey bana batıyor sanki böyle gözüme gözüme…

ps: sözlerim herkes için değil, böyle olanlar üstüne alınabilir!