
30 Haziran 2007 Cumartesi
Rumelihisarı

27 Haziran 2007 Çarşamba
Acı
Love Is Dead
Nothing ever goes right
Nothing really flows in my life
No one really cares if no one ever shares my care
People push by with fear in their eyes in my life
Love is dead, love is dead
The telephone rings, but no one ever thinks to speak to me
The traffic speeds by, but no one's ever stopped too late
Intelligent friends don't care in the end, believe me
Love is dead, love is dead
And plastic people with imaginary smiles
Exchanging secrets at the back of their minds
Plastic people
Plastic people
Nothing ever goes right
Nothing really flows in my life
No one really cares if this horror's inside my head
People push by with fear in their eyes in my life
Love is dead, love is dead
Love is dead, love is dead
Love is dead, love is dead
And all the lies that you've given us
And all the things things that you said
And all the lies that you've given us...
Blow like wind in my head
Brett Anderson
Insomnia
26 Haziran 2007 Salı
Demek Ki...

25 Haziran 2007 Pazartesi
Sıcak, çok sıcak, daha da sıcak olacak!
Aslında bugün Şile’ye gitme planlarımız vardı, sadece plan olarak kaldılar. Xeyn bile yerinden kıpırdamak istemiyorsa hava gerçekten sıcak demektir. Neredeyse bütün günümü duş altında geçirdim diyebilirim. Geceleri uyuyamadığım için sabah 6 sıralarında ayakta oluyorum. Bana katılmak isterseniz beklerim. Bir telefon kâfidir. Ancak yeni bir uyuma tekniği geliştirdim, sıcak insanlara neler yaptırıyor! Nerede bir taş zemin görürsem, pikemi ve yastığımı kapıp oraya koşuyorum. Yeni mekânım; eskiden balkon olan, taşınırken salona dâhil ettiğimiz ex-balkonumuzun zemini. Boylu boyunca serdiğim pikem ve ben, azcık da olsa burada rahat edebiliyoruz. Açıyorum karşılıklı pencereleri, günlük 3 saatlik uykumu burada uyuyorum. 11’e kadar uyuma lüksüm resmen bitmiştir, hepinizi duyurulur! Sevinç çığlıkları duyuyorum dalga dalga!
23 Haziran 2007 Cumartesi
TALAŞ GÜNÜ
Herkes Sakız Gıda’nın önüne mevzilenmiş içmekteydi. Zaten bizim okuldan ya ayyaş ya da ayyaş çıkar. Baktım ki, genel durum hiç değişmemiş. Kadro yine sıkı içici! Tek fark, olgunlaşmışlar. 6 sene insanı nasıl da değiştiriyor. İnsanlara bakınca aklıma yıllıktaki fotoğrafları geldi. Çocukmuşuz ya! Şimdi hepsinin yüzünde olgunluk. Dikkatle inceledim herkesi tek tek. Bir ben, bir de Xeyn hiç değişmemiş, çok şaşırdım. Allah’ın bir lütfü bize bu. Ne zekâmız ne de yüzümüz! Hehehe!
Meşhur su savaşımızı da yaptıktan ve sırılsıklam olduktan sonra -tişörtüm içimi göstermiyormuş, görmüş olduk- saat 6 sularında artık eve dönme vaktinin geldiğine kanaat getirdik. Pek de serin olmayan bir vapur yolculuğundan sonra kendimi taksiye attım ve doğru büfeye geldim. Baktım buz gibi sular bana bakmakta, hemen bir tanesine sarıldım. Şimdi de evde yarı baygın bir şekilde yayılmaktayım, karşımda KAL’ın ellinci yılına özel yapılmış bira bardağı ve içinde buz gibi suyumla birlikte. Sıcak kardeşim, hala çok sıcak!!!!!!
21 Haziran 2007 Perşembe
Yunan Müziği

Bu Yunanyalılar işini biliyor. Adamlar öyle müzik yapıyorlar ki, içmeyip de ne yapacaksın dinlerken? İnsanın aklında içmek yoksa bile bu müziği dinlerken aklına geliyor. İçimden şimdi Boğaz’ın kenarında demlenmek geliyor. Önümde mezeler, buz gibi sek rakı, yanımda canlarım. Koyu bir sohbet, her zamanki gibi. Eski günleri anarak. Tokuşturulan kadehler, atılan kahkahalar. Serin serin yüzümüzü yalayan Boğaz rüzgarı, arkadaşlığın verdiği sıcaklık. Özlemişim okul günlerini, anladım. İçim kayıyor geçirdiğimiz dolu dolu günlere. Dağıldık hepimiz bir yerlere. Kimimiz şehir değiştirdik, kimimiz ülke. Kalplerimiz ortak bir noktada buluşsa da, insan ister istemez derinden hissediyor yokluklarını. Yetmiyor kırk yılda bir buluşmak, dertleşmek, kadeh tokuşturmak. Tüketilmiyor konuşarak biriken onca hasret. Sığdırılmıyor azıcık zamana biriken dertler. Kilometreler engel olmasa da arkadaşlığa, dostluğa, dindiremese de birbiri için çarpan yüreklerin sesini; yine de yoruyor insanı, büyütüyor kocaman hasretler.
20 Haziran 2007 Çarşamba
Demirciköy Belgeseli

“Demirciköy ve Biz” diye bir yazı bu. Efendim, durmaksızın günlerdir Demirciköy yollarındayız, böcek yeşili arabanın sahibi ve ben. Sevdik midir nedir? Sanırım sevdik. Yoksa tek gidişte neredeyse 30 km çeken bir yol hakikaten çekilmez.
İlk defa geçen hafta gittik. Camlar tamamen açık, tatil kaseti tam ses ve kafa sallayan iki tip. İlk manzara böyleydi. Yolu bulabileceğim konusunda bana güveniliyordu ama iki kez kaybolduk. İlk seferinde Zekeriyaköy semalarında, ikinci seferinde Demirciköy semalarında. İlk sefer kayboluşumuz kısa oldu. İkinci seferinde bir koyuncu amca tarafından kurtarıldık. Tabii önümüze çıkan bir de inek vardı. Tam yolun ortasında sakin sakin evine dönüyordu hayvancık, rahatını bozduk. Çarpsaydık olacakları düşündük ama sonra vazgeçtik. Zira altımızdaki bir at sineği kadar kalıyordu haşmetli ineğin yanında. Kaportada bir sinek nasıl durursa bizim araba da ineğin üstünde öyle duracaktı. Evet, tekrar yola koyulduk ve meşhur siteyi bulduk. Ama kaybolmamız daha bitmemişti. Kulübedeki amca sakince bir kroki üzerinden bize yolu tarif etti. İki saf saf bakan kafa tabii bu krokiden bir şey anlamadı. “O krokiyi bize vereceksiniz, di mi?” diye noktaladı boş bakışlarımızı zat-ı Xeyn. Kulübedeki amca sakince uzattı. Co-pilot olan ben, elimde krokiden bir şey anlamadan ve tavukkarası gözlerimle tam anlamıyla göremeden ( geceleri göremiyorum da, defo çok defo!) abuk sabuk sokak adlarından akla en yatkın olanları takip ederek havuza kadar Xeyn’i getirdim. Ama yine kaybolduk. 2 demiştim, demek ki 3 kere kaybolmuşuz. Sitenin içinde kaybolan iki avanak olarak tekrar telefonlara sarıldık ve Barış çoban misali bizi kurtardı. Tam tamına 2 saatlik yolculuktan sonra evin önünde park ettik. Sağlam motormuş valla, teklemeden o kadar saat gittik, Xeyn’in bu kadar yıldır hoyratça kullanmalarına rağmen. Şaka! Kendisi iyi bir pilottur! Hahaha! Hatta geçenlerde geri geri manevra yaparken, neyse bunu sonra anlatırım. Nerde kalmıştım? Evet, bir süre de evin bahçesinde takıldık. Uçuşan garip börtü böceği saymaksak huzur dolu bir mekan. Ancak dediğim gibi ne olduğu belirsiz bir dolu garip hayvancık uçuşmakta. Birkaç kez onlar tarafından sokulup oram buram şiştikten ve kızardıktan sonra eve dönüş yolu başladı. İçiniz viraj kaldırmıyorsa gitmeyin derim. Ya da torbalarınız hazır olsun!
Bu ilk gidiş bizi kesmedi. İneğe aşkımız kabardı ve yine yollara düştük. Gidişteki manzarayı anlatmıyorum, sallanan iki kafa desem anlarsınız. Bu kez kaybolmadık ama. Ve tabii ki ineğimiz ordaydı. “Jandarmanın ineği bu. Semirince kesip yiyecekler!” diye buyurdu zat-ı Xeyn. Psikopat bir insan olmasa benim yanımda ne iş var zaten değil mi ama? Tatlı ineğimizle bakıştıktan sonra, yine kaybolmadan havuzu bulduk. Resimden de anlayacağınız gibi tembelliğe devam. Zaten 2 senedir aynı ayaklara bakıyorum, evin kanepelerinde. Sıcak filan bize koymaz kardeşim. Çekirdeğimi çitleye çitleye öyle otururum. Öyle de oturdum.
Ve en son dün gittik. Elimde biram, ayağım ön konsolda, kulağımız çalan müzikte, değil; yaptığımız dedikoduda. Dedikodu yapınca yol insana koymuyor. Bir de içince. İçmek güzel zaten. Her neyse, jandarma arabası görünce şöyle bir nida yükseliyordu zat-ı Xeyn’den: “Aşağı!” Ben içe içe, o baka baka sosyal tesisleri bulduk. Kaybolmadık! Sonra erkeklerin engin zeka birikimlerini izledik. Canınız eğlenmek isterse erkeklerin pinpon maçını izleyin, hiç sıkılmazsınız. Sonra havuza girmeye gittiler. Eğlencelik istiyorsanız çekirdeğinizi alın ve izlemeye koyulun. Xeyn havuza atılma korkusuyla elinde sigarası olan biteni yukarıdan izledi, tabii ben de. Zaten yukarıdan izleyince böyle film izler gibi oluyor. Alacaksın patlamış mısırları ve çekirdekleri, gelsin biralar, gitsin boş şişeler. Bir yarım saat kadar havuz sefalarını izledikten sonra kaptık çantaları ve mekanı terk ettik.
Güneş bütün güzelliğiyle batarken, tatil dönüşüymüş gibi bir dinginlik çöktü üzerimize. Yavaş yavaş kıvrılarak virajları, geçtik orman yolunu. Güneş battığında evdeydim. Ruhum dinlendi daha ne diyeyim…
12 Haziran 2007 Salı
One Last Goodbye

Bugün yazdığım yazıları okurken bir kez daha onu ne kadar çok özlediğimi fark ettim. Geçen senelerin sevgimden hiçbir şey eksiltemediğini ve hala onu derinden derine çok sevdiğimi. Hala vazgeçemediğim bir yanı olduğunu ve hep de öyle olacağını. Hiçbir zaman tam anlamıyla iyileşemeyeceğimi. Kendimi oyalasam da sadece düşüncelerimi geçiştirdiğimi ve aslında onu düşünmeyi asla bırakmadığımı. Zihnimdekilerin sisler ardında olduğunu ama orada olduğunu. Ve hep olacağını.
Kenarda köşede kalmış birçok anı canlandı yine. Ilık ılık yaşlar akıyor. Molalar alıyorum böyle zamanlarda. Bir köşede oturup kalıyorum. Günler akıp giderken ben sadece izliyorum. Tüketiyorum tüm gözyaşlarımı. Tekrar tekrar akmasınlar diye.
Kendimden sıkılıyorum. Kendimi vuruyorum sokaklara. Ancak öyle hafifliyor içimdekiler. Sızım sızım sızlayan ince bir yara. Martıları izliyorum. Özgürce uçmalarını. Vapurları izliyorum. Denizi yara yara, sakin sakin süzülüp gitmelerini. Gözlerim boş boş. Yutkunamıyorum. Boğazıma takılıp kalmış bir dolu anı. Bir türlü yutamadığım anılar. Bir türlü yutamadığım bir sevda. Kursağımda kalmış sevinçler. Orada öylece takılıp kalmış. Ne çıkarıp atabiliyorum ne de yutabiliyorum. Böyle bitmesini nasıl hazmedemiyorsam. Nasıl kabullenemiyorsam. İçimi yakan o acıları nasıl söndüremiyorsam.
Ufak bir detayla ortaya dökülen kocaman kocaman yürek yaraları. Eteklerimde hüzünler. Nereye gitsem götürdüğüm. Peşimi hiç bırakmayan. Ve bırakmayacak olan…
ONE LAST GOODBYE
How I needed you
(Anathema)
11 Haziran 2007 Pazartesi
Delirdiğimin resmidir!

10 Haziran 2007 Pazar
Her şey sensin
Koydum sevinçlerimi önüme, baktım hepsi sensin
Yazdığım şiirlerin her hecesi, üzüldüğüm tüm filmler
Yıpranmamış hayatlar büyük hüzünler bekler
Her işte bir hayır, bu işte hepsi sensin
Şimdi senden vaz mı geçmeli
Masal olup yola devam mı etmeli
Ben kalpten sorunlu aşka sorunluydum
Anladım her şey sensin
9 Haziran 2007 Cumartesi
can dostum cilt IV
Evet, azimle bizi kardeş zannetseler de hiçbir kan bağımız bulunmamakta. Sadece zihnimiz bir yerlerde buluşup, konuşuyor. Hem de hiç durmamacasına. İnsanlar bazen bizimle iletişim kurmakta zorlanmaktalar. Bu insanlara bizim en yakınlarımız da dâhil. İlker bir gün, kendi ağzıyla kabul etmişti bizimle iletişim kuramadığını. Eee, haklıydı, hiç garipsemedik biz de. Bazı zamanlarda biz de zihinlerimizle iletişimi kaybediyoruz çünkü. Bu anların canlı kanıtları da elimde. Çok zorlama beni cadı, ortaya döküveririm valla!
Yaz ayıydı tanıştığımızda. İşten dönen bir çalışandı kendisi. En önemlisi annemin arkadaşının kızıydı. Bizde arkadaşlık anneden kıza geçiyor, babadan oğla değil! Her gün aynı saatlerde işten evine dönüyordu. Ben daha ÖSS’ye girmiştim- yani yıl 2001-sonuçları bekliyordum. Doğal olarak pineklemekteydim. Aşkım doruklardaydı, hiç kimseyi gözüm görmüyordu İlker’den başka. (Gerçi tanıştığımızdan beri gözüm ondan başkasını görmüyordu ya neyse!) Hayatımın en güzel senelerinden biriydi dönüp bakınca. En sevdiğim dört can dostumu da aynı sene buldum. Ve bir daha hiç ayrılmadım. İlker’i saymıyorum, o çok daha önce hayatıma girdi. Taa, 1997’de. Aaa, yine konudan uzaklaştım. Ben burada sevgi kelebeğimi yazmaya çalışıyorum, İlker parazit yapma! Boyut farkı tabii, arada bir karışıyor.
Her neyse, gel zaman git zaman, her yerde karşıma çıkmaya başladı. Büfede oturuyorum, alışverişe gidiyorum, bakıyorum aynı zat her yerde. Sonra bizim zihinler bir oldu. Vücutlar ne yapsın, kafa nereye götürürse oraya gitmeye mahkûmlar. Beni bir akşam yemeğe çağırdı. Ben nereden bileyim, beni kötü emellerine alet edeceğini, saf saf gittim. Ne mi yaptı? İçkime ilaç koydu! Hahaha! Tabii ki, hayır. Ama öyle bir şey yaptı ki, ondan bir daha ayrılamadım. Kızım, bana büyü mü yaptın, ne yaptın alla alla!!!
Gel zaman git zaman, iyice kemikleşti arkadaşlığımız. Artık hiç birbirimizden ayrılamaz olduk. Saat sabah 5’lerde eve dönüyordum. Bizdeki bir çene ki hiç durmuyor, bir araya gelince kendini kaybediyor. Devirdiğimiz içki leşleri bizden önce teslim bayrağını çekiyordu.
Sonra yıl 2004 oldu. 5 Ağustos 2004. Hayatım durdu. İlk onu aradım. Niye bilmiyorum. Belki beni en iyi o anlar diye, o da yaralıydı, ben de. Her şey tam olacakken, sona ermişti. İkimizde de benzer yaralar vardı. Herhalde sebep bu. Bilmiyorum, aklıma ilk o geldi. Koşarak geldi. Aklım durmuştu, hiçbir şey düşünemiyordum. O da aynı durumdaydı. Benim için çok korkuyordu, her halinden belliydi. Nasıl toparlayacağımı düşünüyordu, o zaman gelecek miydi ya da acaba hiç toparlanabilecek miydim? İlker hayatımın en büyük aşkıydı, ilk aşkıydı, o bunun çok iyi biliyordu ve haklı olarak çok korkuyordu. Zor oldu ama toparladım. Ne kadar şanslıydım ki, beni çok seven bir dolu arkadaşım vardı. Bir tanesi her gün hiç üşenmeden İzmir’den telefon etti, bir tanesi her gününü benimle geçirdi, bir tanesi annesi ve kardeşiyle beraber bana evini açtı, bir tanesi ağlayarak telefon ettiğimde hiç sıkılmadan beni dinledi. O mu ne yaptı? Seferberlik ilan etti!
Sonra yıl 2005 oldu. Yaralıydı ama artık iyileşmenin zamanıydı. Yaşanacak uzun bir ömür vardı. Ve bu hayatı güzelleştirecek, yaşanır kılacak bir adam. Alınan yaralar, yürek üzüntüleri arkada bırakılmalıydı. O da öyle yaptı. Yeni bir güne uyandı.
Yıl 2006 oldu. Serin bir haziran günü, ben de onun yeni hayatına evet dedim. Ve mutlulukla objektiflere poz verdik.
Ertesi gün, onu uğurlarken içim bir garip oldu. Onu yolcu etmenin beni böyle yapacağını hiç tahmin etmemiştim. Yıllardır hiç ayrılmamıştık. Şimdi o millerce uzağa gidiyordu. O gidene kadar zor tuttum kendimi çünkü biliyordum ki ben ağlarsam, olay iyice sarpa saracaktı, zaten yeteri kadar zor bir andı. Beyaz atlı prensimiz ne yapacağını şaşırmıştı, neredeyse evlendikleri için benden özür dileyecekti. Asansöre bindiler ve gittiler. Japon çizgi kahramanları yanımda halt etmiş, kendi gözyaşımda boğulacaktım.
Evet, gelelim sadede, o miller var ya hiçbir şey ifade etmiyor. Sevgimiz öyle büyük ki, uzak da olsak kafalarımız konuşuyor. Belki birbirimizi daha az görüyoruz ama olsun! Çağ iletişim çağı ne de olsa! Ayrıca bizim kanatlarımız var!!! Hehehehe!!!
8 Haziran 2007 Cuma
NASIL ZOR ŞİMDİ

Nasıl zor şimdi…
Nasıl zor şimdi tanışmak başka biriyle, yeniden kurmak o devrilen cümleleri
Anlatmak kendini ilk kez anlatır gibi, dinlemek her şeyi unutması zor olsun diye
Sevdiğin film hangisi, en sevdiğin şarkı, şiir, şair, yazar, çizer, siler, bozar zamanın silgisi
Silse yine iyi, tükenmiş bir kalem inadında kalır izi, sen boş ver, sen boş vermez beni
Nasıl zor şimdi…
Asıl şimdi zor…