25 Nisan 2007 Çarşamba

can dostum...



6 yıl nasıl da göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş. 6 dakikanın bir türlü geçmek bilmediğini ama seninle 6 yılın hiç de uzun sürmediğini şu dakika saatime bakarken fark ettim. Bir de üniversite insana hiç dost katmaz derler. Biz bunu yalanladık be canım. Buna sana söylüyor olsam, şu an kulağını çeke çeke tahtaya vurup “Maşallah de maşallah!” dediğini de duyuyor olacaktım. Yıllıkta yazdığın gibi mesafeler tanışmaya engel değil. Kimin aklına gelirdi ki en önde oturmaktan nefret eden ben ve arkada uyuklayan sen birbirimizi bulup acısıyla, tatlısıyla, kahkahasıyla ve ağlamalarıyla dopdolu 6 yılı yan yana geçirecektik. Bu 6 yılda hiç birbirinden sıkılmadan, aksine her seferinde yeni bir şey keşfederek daha da sıkı bağlanacaktık. Şöyle bir kaba hesapla bu 6 yılın tam 4,5 yılını hep beraber geçirdiğimiz sonucuna vardım. Dile kolay dip dibe geçen 1650 gün, yani 39600 saat!!!! Tabii geriye kalan 1,5 yılı da telefon denilen iletişim aracıyla beraber geçen günlerin hesabına yazabiliriz. Bu kadar beraber geçen zamandan sonra bile hala sana gelirken mutluluktan uçuyor oluyorum. “Yaradanın şanslı kulusun be kızım!” diye kendi kendime söyleniyorum. Sevinçlerini de üzüntülerini de dinlerken sıkılmıyorum. Hatta dedikodu yaparken, tespitlerin hala beni şaşırtabiliyor. Hala nasıl bu kadar ayrıntıya dikkat edebildiğini büyük bir hayranlıkla izliyorum. Ve hala sakin görünüşünün altında ne kadar deli olduğunu ve bu sebeple “Deli deliyi bulur.” vecizemi bir kere daha tasdiklediğini görüp seviniyorum.
Biraz önce elimde kameram, okulun bahçesinde çektiğimiz o meşhur kaseti izliyordum. Sabah saatleri. Yine okula erken gelmişiz. Hava güneşli ama serin bir rüzgâr esiyor. Oturmuşuz banklara karşı karşıya, elimizde kahveler (kahveden de hiç hoşlanmam ama seninle ayrı bir tadı oluyor) sakin sakin güneşleniyoruz. Derken senin müthiş zekân ve espri kabiliyetin köşeden çıkıyor. (Uyandığını, daha doğrusu ayıldığını gösteren en büyük kanıt) Kamera titriyor ve 5 dakika boyunca hiç durmadan titremeye devam ediyor. Çünkü zavallı ben, orada sakin sakin takılırken senden hiç de böyle bir laf ummuyorum. Sabah salaklığı beni tuzağa düşürüyor yoksa senin normal halin. İnsanlara senin nasıl biri olduğunu sorsalar, alacakları cevap şöyle olur: “Aaa son derece sakin bir insandır!” YALAN!!! O dış görünüşü, siz bir de içini görün. Ben gördüm, biliyorum. Ne sakinliği, hangi sakinlik! Ama onlar bunun farkına varamazlar. Niye biliyor musun çünkü sana yeterince dikkatli bakmıyorlar. Ben iyi ki sana dikkatli bakmışım, sen iyi ki bana usul usul yaklaşmışın. Ben bu soğuklukla senin gibi bir can dostunu elimden kaçırırdım. Sonra 24 saat full servis veren bir evim olmazdı. Hatta evin içindeki o iki insanı da tanımaktan mahrum kalırdım. O öyle bir ev ki, ne zaman kapısını çalsam içeride hep sıcak çay ve yanında kocaman kalpler var. Bir nevi Hansel&Gretel’in kurabiye evi, içinden hiç çıkmak istemiyorsun. 25 Kasım itibariyle bu evler ikiye katlandı. Yeni evimin içinde de hep sıcak çay ve yanında kocaman kalpler var. Size her baktığımda ne kadar şanslı olduğunuzu düşünüp bir gün aynı şansı yakalamak için dua ediyorum. Mutfakta seninle yemek hazırlarken de, pencereden dışarı bakarken de, koltuğa yayılmış yatarken de hep ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum. Hansel&Gretel bile bu kadar şanslı değiller çünkü onlar o evi terk etmek zorundalar. Ben değilim!



Fotoğraflara bakıyordum da, her yerde yanımda sen varsın. Okulun bahçesinde, Atina’da, Selanik’te, Emirgan’da, Samothraki’de, Büyükada’da, FEJS’te ve daha sayamadığım bir sürü yerde. Son 6 yılda her şeyi birlikte yaşadık. Çocuklarımızı anlatacak bavullar dolusu hikâyemiz var. Ve bunlara sadece 6 yılda sahip olduk. Desene onlar doğup büyüyene kadar, evlere sığmayacak hikâyelerimiz olacak. Zavallılar! Artık dinlemekten bitap düşecekler. Gerçi çok da şanslı olacaklar, bizim gibi birbirlerini seven ve destekleyen anneleri olacak.

Ne zaman içimi ısıtacak sıcak bir çay içmek istesem, ne zaman kendimi mutfakta kaybetmek istesem, ne zaman Boğaz’ı şöyle bir solumak istesem, ne zaman Ada’nın yollarını tekrar keşfetmek istesem, ne zaman kendimi denize bırakmak istesem, ne zaman içip içip sızmak istesem, ne zaman ayağım tökezlese, ne zaman yürümekten vazgeçsem, ne zaman doya doya gülmek ya da ağlamak istesem, ne zaman konuşmak istesem, ne zaman susmak istesem, ne zaman başımı dayayıp huzur bulmak istesem, ne zaman kaçmak istesem, kendimi hep yanında buluyorum. Ve biliyorum ki, bütün kalbiyle beni seven bir can dostum var. Bu puşt pezevenk dünyasında yaşamak için -dibine kadar yaşamak için- bulunmaz bir şans. İyi ki varsın ve yanımdasın. Seni çok seviyorum…





Hiç yorum yok: